Başkan: Beşinci tebliği sunmak üzere Sayın Oruç Rahmi Güvenç, buyurunuz efendim.
Rahmi Oruç Güvenc, Tavşanlı doğumlu, ama Orta Asya kökenli. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden mezun olduktan sonra, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde “Mûsikî ile ruhî tedavi” mevzuunda klinik-psikoloji doktorası yapmaya başlamıştır ve aynı klinikte psikolog olarak da görevini sürdürmektedir.
Türk Musikisinin tarihi, üzerinde çalışmaları ve Türk musikisinin Batı müziği ile, dünya müziği ile karşılaştırılması üzerine çalışmaları sürmektedir. YÖK’ün aldığı son bir karara göre, bugüne kadar Türk müziğine, özellikle Türk müziğinin temelleriyle ilgili yaptığı çalışmaların değerlendirilmesinden sonra, İstanbul Üniversitesi’ne bağlı “Mûsikî Araştırma Merkezi” adıyla başlı başına bir müessese olmasına karar verilmiştir; yani tek başına bir müessese olarak ilan edilmiştir, grubunu da yanına almak suretiyle çalışmalarını sürdürmektedir.
Avusturya ve İsviçre’de bulunan “Uluslararası Müzik Formu”nun uzmanı, aynı zamanda merkezi Berlin’de bulunan “Uluslararası Dinamik Psikiyatri Cemiyeti”nin de müşaviri olarak ayrıca milletlerarası bir görevi de sürdürmektedir.
Buyurun Sayın Güvenç.
*
Psk. Rahmi Oruç Güvenç: Sayın Başkan, Sayın Davetliler, Gazi Üniversitesi tarafından hazırlanan 1985 Milletlerarası Gençlik Yılı “Milli Kültür ve Gençlik Sempozyumu”nun başarılı ve verimli olmasını diler, saygılarımı sunarım.
İnsan, bilgi ile devamlı münasebet içinde bulunan ve çevre ile olan alışverişinde şuur varyasyonları gösteren bir varlık olarak, diğer varlıklardan farklı görünmektedir.
İnsanın yapısında ve kültüründe önemli rolü olan heyecan ve davranış fenomenlerini biraz inceleyelim:
Sinir sisteminin faaliyeti, stimulus-cevap tarzında özetlenebilir. Sinaps, iki sinir ucunu bağlar, medulla spinaliste polisinaptik faaliyet başlar. Tekâmül ile karar bariyer bölgeleri artar ve cevap da çoğalır. Daha sonra çevre ile duyu organları arasında direkt irtibat başlar. Adaptif fonksiyonu ile stimuluslara en iyi cevaplar verilir. Refleks, yerini davranışa bırakır.
Davranışta refleks ile beraber kültür, adet, terbiye ile değişik cevaplar görülür. Davranış, komplike cevaptır. Heyecan, şuurlu idraklar, bunun sonunda değişiklikler olur. Heyecan önce, nöro-vejetatif haller sonra gelir. Heyecan korteks ile ilgilidir ve ruhî faaliyettir. Sinir sistemimizin bütününün bir sonucudur. İnsan karar veren bir varlıktır.
Gerçek bir karar için şu şartlar gereklidir:
- Information’un anlamlı olması
- Yeterli çözüm yolu olması
- Bilgi-işlemin yapılması
Refleksler doğuştandır, değişmez. İnstinkler ve şartlı refleks münasebetleri araya karışmakta ve bilgi-işlem devreye girmektedir.
Arı, karınca, insan toplum kurar. Toplum için organizasyon, iş bölümü gereklidir. İnsanlarda kültür alışverişi vardır.
Toplu yaşayışın getirdiği insanlar arası münasebet, ortak duygu, bilgi ve neticede “Milli Kültür” hakikati, insan varlığının güçlü bir fenomenidir. Bu hakikatin Türklerdeki görünüşü ve Türk Musikisi’ne yansıması, Türk’ün karar vermesini etkileyen “information”a bağlıdır.
Günümüze kadar ulaşan bilgilere göre, Türk insanı musiki ile anlayış, inanç, yönetim kuralları (itaat, saygı, sevgi, mücadele vb.) arasında birlik oluşturmuştur. Eski Türk Musikisi’nde icraat; eğlence ve vakit geçirmek için yapılmıyordu. Toplum içinde bir ahenk ve denge, bir saygı ortamı oluşturuyor ve de spiritüel anlamda ecdada ve Tanrı’ya yöneliş vesilesi oluyordu.
“X. yüzyılın ilk çeyreğinde Oğuzları müşahede eden İbn Fadlan, Oğuzların ‘Bir Tanrı’ dediklerini haber vermektedir. Onun anlattığına göre Oğuzlardan biri bir zorluk görür, yahut hoşuna gitmeyen bir iş ile karşılaşırsa, başını göğe kaldırarak ‘Bir Tanrı’ diyor ki bu, ‘Bir Allah’ demektir.”
-Tarihte ve bugün Şamanizm. 27, S. A. İnan.
Eski Türklerde inanç fenomeninin mücerrede doğru oluşu, materyalden ziyade spiritüel bir “öz”e yönelişin mevcudiyeti, bizde eski Türk Musikisi’nde ruhî esasların bulunduğu fikrini uyandırabilir.
Muhtelif isimler alan ve Anadolu’ya gelip yerleşen Oğuzların, geçmişi M.Ö. 11 bin yıllarına kadar giden bir tarihe sahip olduğunu Roman Ghirsman, Sir Oh. William Wilson, Sir H.Cr. Rawlinson, Sümerolog S. Kramer, E. Strommenger, M. Hirmer, İtalyan Türkolog E. Rossi, Prof. Vecihe Hatiboğlu ortaya koymaktadırlar.
Milattan çok önceki yıllarda Çin’e inen Türklerin oraya millî raks ve musikilerini de birlikte götürüp tanıttıkları, yabancı kaynaklardan iktibasla Sayın Refik Ahmed Sevengil’in “Eski Türklerde Mûsikî” adlı yazısıyla, 1 Nisan 1950 tarih ve 26 no ile Mûsikî Mecmuasında neşredilmiştir.
Araştırıcı ve tarihçi Sayın Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi’nin 338. sayfasında Türk Tarihi ve Kültürü münasebetinden şöyle bahsediyor: “25 asırdır Türkler, Asya Kıtası’nın en büyük kısmında, Afrika Kıtası’nın kuzey ve doğu kısmında, Avrupa’nın mühim bir kısmında uzun hâkimiyetler kurmuşlardır. Buralarda bıraktıkları medeniyet, kültür ve sanat unsurları arasında mûsikînin mühim bir yeri vardır. 6000 yıllık bir tarih çerçevesinde Türkçe konuşan kavimlerin bu derece akıl almaz coğrafya sahalarına yayılmaları, yerleşmeleri, uzun hâkimiyetler kurmaları bir vakıadır.”
Türk Mûsikîsi’nin kaynağı araştırmamıza kuvvetli ipuçlarıyla katılacak bir konu da eski bir mûsikî aletimiz olan Çeng’dir. Sayın Gazimihal’in “Konya’da Mûsikî” isimli eserinin on ikinci sayfasında şunlar yazılıdır: “Gerek Rebab, gerekse Çeng’in çok defa sanıldığı gibi Arap ve Acem çalgıları olmayıp, Mevlânâ’nın öz yurdu olan Asya illerinden gelmiş olmaları çok dikkate değer.”
1924 yılında Sovyet araştırıcı Rudenko ve Griaznov tarafından Altay araştırmaları başlatıldı. 1947’de Rudenko, Pazırık Vadisi’nde önemli şeyler buldu. Bu mezarda bulunan beze sarılı maddelerden biri de arp sınıfı içinde yer alan bir enstrümandır. Benzer tipte bir başka çeng de Pazırık’ın batısında, Orta Altaylar’da bulunan Başadar mezarında görülmüştür. Rudenko, bunun Pazırık’takinden daha basit olduğunu söylüyor. Bu bulunan şeyler, Pazırık Vadisi’nde yaşayan insanların kültür hayatında mûsikînin de rolü olduğunu göstermektedir. Rudenko, buradaki insanların tarihî geçmişini M.Ö. 1700’lere kadar götürmektedir. Bu konuda elime geçen yabancı kaynaklı bir ansiklopedide ise Çeng’in çıkış yeri olarak, Ural Dağları ve Güney Sibirya-Altay bölgeleri gösterilmektedir.
Gerek Rudenko’nun bahsettiği yöreler, gerekse ansiklopedide zikredilen yerler, Türklerin anayurdu olan Asya illeridir. O halde Türk kültür ve medeniyetinin beşiği olan ve aziz Atatürk’ün sayın Sâdî Yaver Ataman’a “Ege ve Akdeniz Kültürünün temeli Orta Asya’dır,” diyerek işaret ettiği Orta Asya, Türk Musikisi’nin de kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Asya temelli Türk Musikisi’nin özelliklerine göz atacak olursak; en eski Türk musikisi ses sisteminin beş sesli sistem olduğunu görürüz. Bilgin Eduart Chavannes “Sur La Musique Chinoise” adlı eserinde bu beş sesli sistemin Türklerin öz malı olduğunu ve M.Ö. 370’de Cao zamanında yaşayan Cauyen’in bu sistemi Çinlilere telkin ettiği, ancak bu telkinlerin tesirsiz kalıp, bu sistemin S. Huank T.‘den sonra Çin’de hayatiyet bulabildiğini belirtmektedir.
Hâlen Asya Türk illerinde yaşantısını devam ettiren Koray, Sıbızgı adlı üflemeli aletler, dombra, dutar gibi telli aletler ve Uskırık, Tastawk gibi topraktan yapılmış üflemeli aletler beş seslilik özelliğini taşımaktadırlar.
1937 basımlı Ankara Halkevi neşriyatı No: 8’de ünlü araştırmacı Bela Bartok, Macar musikisinde en esaslı vasfın beş sesli sistem olduğunu ve Çinlilerden çok Türk tesiri ile Volga boyu Çeremişlerini ve Şimal Türklerinin melodilerinin beş sesli vasıflar itibariyle Macar musikisine kaynak olduğunu belirtmektedir. Yine Macaristan’da hazırlanan bir plak albümünde, Çuvaşlardan, Altaylardan, Başkurtlardan Macaristan’a kadar Türk ulusunun musikisinden isim ve harita zikredilerek bahsedilmekte ve örnekler verilmektedir.
Bu sistem, Bering Boğazı kanalı ile, Eskimo, Aztek, İnka müziğini sistem, melodi ve enstrüman açısından etkilemiştir. Sayın Adnan Saygun “Beş sesli Musiki Türk’ün musiki damgasıdır,” diyerek, bütün dünyaya orijinal bir hakikat ilan etmiştir ki, beş sesli Türk Musikisi sistemi kaynağını Orta Asya Türkü’nde bulmakta ve dünya ülkelerine Türk karakterini yaymaktadır.
Sayın Ataman Beyefendi, Anadolu’da; Erzurum, Kastamonu, Safranbolu civarlarında saf beş sesli örneklere rastlamıştır. Niğde’nin Altay köyünde 1952 Türkistan göçmeni Türklerden, Konya’nın Cihanbeyli kazasının Böğrüdelik köyündeki Orta Asya göçmeni vatandaşlarımızdan çok sayıda saf beş sesli ve yarım beş sesli örnekleri bizzat yerinden derlemiş durumdayız. Yine Eskişehir Çifteler kazasının Osmaniye köyü, Eskişehir merkez, Kütahya’nın Tavşanlı kazasındaki Kazan Türklerinden saf beş sesli örnekler derlenmiş olup, Finlandiya’daki Kazan Türkleri 1000 tane Kazan Türkleri şarkısını “Biznin cırlar” adında notalar ile neşretmişlerdir.
Geçmişi köklü ve spiritüel vasıflı bu müziğin, diğer bir özelliği de içinde bulunduğumuz an’a göre en geçerli icraata sahip olmasıdır. Mesela Baksı (tedavi eden Hekim), trans hâline geçerek, bir gayeye yönelik olarak o an’a ve o an’ın zaman izdüşümüne göre bir icraat gerçekleştiriyor. Yani icraat bir defaya mahsus olup, peşin hüküm ve taklitten uzak bir vasıf arz ediyor.
Sayın İnan’ın aynı kitabının 31. sayfasında Baksı’nın bu hâli için şöyle buyuruluyor:
“Kamlar’ın Tanrı ve Ruhlar hakkındaki tasavvurları, dinî törenlerde okudukları dua ve ilahilerdeki tevsiflerinden anlaşılabilirdi. Fakat bu ilahi ve duaları tespit etmek güçtür. Ayinden sonra Kam bunları tekrarlayamaz. Çünkü Kam, dualarını istiğrak hâlinde irticalen söyler ve sonra unutur.”
İrticalî ve improvizasyon denilen bu sezgi ile an için en uygun müziğin icraatı zamanla Türk Tasavvuf Musikisi’nde Durak ve Kaside, Türk Folklor Musikisi’nde Aşık tarzı, sanat Musikisinde ise Gazel ve taksim tarzında karşımıza çıkmaktadır.
Türk Musikisinin membaında bir arşetif değer olarak düşünülebilecek olan bu beş seslilik, melodiler hâlinde, halen, Londra Kraliyet Müzik Terapist okulunda otistik çocukların adaptasyonunda tedavi edici olarak, Macaristan’da çocuk eğitimi için önemli bir unsur olarak, birçok ülkede parapsikolojik çalışmalarda konsantrasyonu artırıcı bir eleman olarak, beynin teta dalgasının oluşmasında tesirli olduğundan dolayı, parapsikolojik fenomenleri açığa çıkarıcı malzeme olarak kullanılmaktadır.
Parapsikolojik alanda beyin dalgalarının ve kalp atışlarının etkilenmesi dört alanda ele alınır:
- Bio-Feedback
- Hipnoz
- Meditasyon
- Müzik
Beş duyu ile algılar ve bu etkilenmeler arasında ilişki vardır. Çeşitli şekiller, mandalalar, semboller görme yoluyla iç âlemimizle bağ kurma vasıtasıdır. Müzik de işitme kanalı ile bu bağı oluşturan bir elemandır.
Uzak-Doğu düşünce sisteminde “SATORİ” adı verilen bir şuur aydınlanma hâlinin, doğru bilginin improvizasyon tarzında sezgi ile elde edilebileceği kanaati, bu konuda geniş araştırmalara yol açtı. Baksı-şaman da bu hâli elde ediyordu. Sonunda bu vecd hâlinin, davul ritmi ve kopuz, rebab, sıbızgı adlı aletlerle icra edilen beş sesli musiki tonları ve buna bağlı hür bir improvizasyon ile elde edildiği anlaşıldı.
Hâlen tedavi merkezlerinde uygulanacak müziğin gerilimden uzak olması istendiğinde beş ses sistemine müracaat edilmektedir.
Musikide ritim de çok önemli bir konudur: Müziğin dinamik ve belirgin elemanıdır. Ritim, histerik hâller vücuda getirebildiği gibi, uyku hâli de doğurabilir, bir uyanıklık hareketi, yahut bir hipnotik tesir oluşturabilir. Tekrarlanan yahut taciz eden ritim, psikolojik olarak üzüntü yaratır. Bilhassa bas seslerde meydana getirilen devamlı tekrar, üzüntü ve sıkıntı oluşturmaktadır. Yavaş adımlarla devamlı seslerin tekrarı ve zaman içinde yavaşlaması, şuur kaybı sağlamaktadır. Bu ritim bir melodinin geri planına yerleştirilirse daha etkili olabilmektedir. Enerjik olarak tekrar meydana getirilen bir ritim de insana kuvvet ve ümit hissi verebilir. Bazı ilkel ritimler gelişerek komplike bir hâle getirilmiştir. Günümüz müzisyenleri, ilkel müzik ritimlerinin gücünü artık fark etmektedirler. Bu ilkel olarak nitelenen ritimler, hislerimizi, heyecanlarımızı harekete geçirmektedirler. Ritmik müzik, forma bağlı kalmadan tekrarlanırsa, içgüdüler üzerinde sınırsız etkiler sağlar.
Müziğin duygu yönüyle meydana getirdiği tesirlerin toplanıp organize olduğu ve değerlendirildiği çok önemli bir yer de, beyindeki Limbik sistemdir. Heyecanlar ve duygular, diğer sinir merkezleri ve beyindeki ilgili bölümlerle beraber, limbik sistem vasıtasıyla uygun bir adaptasyona getirilmektedir. Son yıllarda sinir sistemi fizyolojisindeki çalışmalar sonucu özellikle hipotalamus ve limbik sistemin heyecanların doğuşu ve ifadesiyle olan ilgisinin keşfinden sonra, heyecanlar psiko-biyolojik bir bilim konusu olarak ele alınmış ve fizyolojiyle psikoloji bu konuda son derece yaklaşarak birbirini tamamlama yoluna girmişlerdir.
Haz-elem, heyecan ve duygular diye adlandırdığımız ve davranışlarımıza tesir ederek onları yönlendiren fenomenler, beyinde limbik sistemin organizasyonuna tabi olarak hayatımızda kıymet kazanmaktadır.
Denilebilir ki, herhangi bir dış uyaran, limbik sistemin bu özelliklerini harekete geçirerek kişinin motivasyonunda ve davranışlarında değişiklikler husule getirebilir. Bu dış uyaran da belli bir mesaj ve tesir gücü olan müzikal bir eser olabilir.
Asya Türk Musikisi, İslam dini tesiri ile spiritüel yönden daha da güçlenmiş ve Tasavvufi Türk Musikisi doğmuştur. Büyük Türk-İslam velisi Hoca Ahmed-i Yesevi’nin “Hikmet” adını verdiği öğütleri, Türk insanına feyiz dağıtmış, onun iziyle Anadolu’yu aydınlatmaya gelen Hacı Bektaş-ı Veli, maneviyat bahçesinin nadide güllerini Hikmetlerin devamı olan Nefeslerle sunmuştur.
Diğer yandan Horasanlı Hz. Mevlana Celaleddin, engin mistisizmindeki yüce sezgilerini edebiyat şaheserleri olarak derleyip takdim etmiştir. Her iki ekol için müzik birinci derecede önemli unsur olarak görünmüştür. Birçok müzik âleti, bu yüce gönüllü insanların himmetiyle Anadolu ve Asya insanına hizmet etmiştir.
Spiritüel esaslı Türk Musikisi, asla pasif değildir. Nitekim Hunlardan bu yana bütün askeri teşkilatlarda müzik takımları çok önem verilen ve asla ihmal edilmeyen müesseselerdir. Mehter kelimesi, Osmanlı dönemindeki askeri teşkilata Asya’dan taşınarak gelmiştir. Beylik alametleri içinde alem, sancak, tabl (ritim aleti) beraber zikredilir. Eski Türk hakanlarının ordugâhlarında “Gök” adı verilen besteler her gün bir tören düzeni içinde çalınır, Osmanlılarda ise Mehter takımı belli saatlerde “nevbet vurma” denen bir çeşit askeri müzik icra ederdi. Göktürklerde 1500-2000 sene önce askeri bando olduğu söylenmektedir.
Klasik Türk Musikisi, böylesine köklü bir malzemeyle, Asya’da ve Anadolu’da beş sesli musikinin gelişmesiyle ve ifade gücünün tasavvufi imkânla artmasıyla oluşmuş sanat değeri yüksek bir müzik olarak temayüz etmiştir. Anadolu’ya Asya’dan girişte Safiyyiddin Urmevi, Abdülkadir Meragi, Gazi Giray Han’ın tesirleri ve onların Asya’dan etkilendikleri bu geniş ve güçlü malzeme, insanları hayret ve ibretle düşündürücü hakikatlere sevk etmiştir.
Anadolu’da ise Mevlevi Musikisinin o eşsiz nağmeleri, vecd hâlinde – Bakara suresinde belirtildiği gibi – gayb’a uzanan avuçlar, kendi benliklerinden sıyrılarak Hakk’a uzanan erlere lütfedilen feyizler ve bu feyizlerden halka sağlanan hakikat şerbetleri… Rebab, Ney, Kudüm, Çeng, Miskal, Mazhar, Halile gibi aletlerden gönüllere uzanan hoş sadâlar ve bunlardan alınan ilhamla ve bu yolla oluşan, yetişen Itri’ler, Dede Efendiler, Zekâi Dedeler… Ve Türk San’at Musikisi. İfade değeri, makam zenginliği, ses genişliği eşsiz, yine sanat şaheseri şiirlerle bezenmiş halde üç kıtaya hükmeden Türk insanının iç âleminde, his âleminde yankılanıyor.
Bu birikimle Amasya, Sivas, Fatih ve Edirne Darüşşifalarında hasta tedavi seanslarında kullanılan Klasik Türk Musikisinin tesir gücü yüksek makamlarının zaman içinde çeşitli tasnifleri yapılmış ve Farabi, İbn-i Sina, Hasan Suri, Hekimbaşı Gevrekzade Hafız Hasan Efendi gibi mümtaz şahsiyetler bu konularda yazdıkları eserleri günümüze kadar ulaştırabilmişlerdir. Bu tasniflerden edinilen bilgilere göre, Rast makamının gözlere etkisi olduğu, insana safa verdiği, felç illetine deva olduğu; Irak makamının korku ve kafası çalışmayanlara tesiri olduğu, Büzürk makamının zihni temizleyip, vesveseye mani olduğu, Buselik makamının kulunç ve bel ağrısına iyi geldiği, Isfahan makamının akıl hastalarına iyi geldiği, zihni açtığı anlaşılmaktadır. Bendeniz Viyana’da verdiğim bir seminerde ellerini kontrol edemeyen ve yazı yazmayan obsesyonlu bir hanıma uygun makamlarla bir icraatta bulunmuştum. Bir müddet sonra kendi el yazısıyla teşekkür mektubu aldım.
Birkaç arkadaşımla Şubat sonunda gittiğimiz Innsbruck’ta, ilk ve orta, lise öğrencilerine pedagoglar ve psikologlar gözetiminde pedagojik Türk Musikisi eğitimi yaptık, çocukların müsbet reaksiyonu sebebiyle Avusturya’da yaygın olarak Asya temelli Türk Musikisi eğitimi yapılmasına karar verildiğini eğitim sorumlusu bize söyledi ve bir şeref kartı takdim ettiler.
Tedavi musikisinde ve eğitimde kullanılan Türk Musikisi’nin informatif bir değeri olduğu, bilgi taşıdığı, bu bilginin binlerce yıldan beri yapılan çalışmaların hülasası olduğu bir hakikattir. Bu sebeple “Musiki-kültür-tarih-eğitim-tıp (tedavi)” bağlantısı üzerinde durulması gereken bir konudur. Milli kültürün önemli iki unsuru olan bütünlük ve süreklilik, Türk Musikisi tarafından bugüne kadar şerefle haysiyetle taşınmıştır ve;
Sözlerimi Konfüçyüs’ün ve Aziz Atatürk’ün sözleri ile bitirirken hepinizi hürmetle selamlıyorum:
“İnsan hayatının asıl gövdesi fazilettir, Musiki, faziletin çiçek açmasıdır.”
“Müzik, ruhun gıdasıdır.”