[Rebabda] gövde hindistan cevizi kabuğu. Üzerine deri geriyoruz. Bu deri koyun derisi olabilir, kursak olabilir, balık derisi -özellikle yayın balığı derisi- olabilir.
Üç teli var. İki telin dışı metal sarım, içi ise ipektir. Fakat esas çalınan tel at kuyruğu kıllarının yan yana gelmesinden yapılmıştır. Şöyle gevşettiğiniz zaman, her bir kıl ayrı gerginliktedir. Hepimiz ayrı şekillerde görünürüz. Ayrı renk, ayrı vücut oranları, ve saire. Ama ilâhi bir cezbe gelince tellerin hepsi aynı sesi verir. Enteresan bir olaydır. Bunu vahdet-i vücutla izah etmek mümkün.
Sonra, şu sapı biraz eğri düşünürseniz, Kef ve Nun harflerinin birleşmiş şeklidir. Kef ve Nun iç içe. Bu “Kün” sözüdür. Yasin-i şerif’de Cenab-ı Allah, “Bir şeyin olmasını isterse kün der ve olur” der. Onun için, Mevlevi büyüğümüz Turgut Baba’nın bir sözü vardır: “Kaf’ı Nun’a vurdu bir saz eyledi, bu sazdan çıktı nagamat-ı usul.” Kün sözünü temsil ettiği için usuller ve nağmeler bundan çıktı diye güzel bir sözü vardır.
Hz. Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled’in yazdığı Rebabname isimli bir eser vardır; 800 sene önce. Bu, tozlu raflarda yıllarca, yüz yıllarca kaldı. Sonra bulduk bunu. Sağ olsun İsmail bunu bugünkü Türkçe’ye uyarladı. Rebab o kadar enteresan bir alet ki, işte Rebabname’de Sultan Veled bahsediyor, “Rebabın her bir bölümü, her bir parçası Allah’ı zikreder” diyor. Ve anlatıyor artık bunu, bir kitap içinde anlatıyor. Çok önemli bir olay.
Ve bu ihmal edilmiş bir enstrümandır. Akordu biraz zordur, icrası biraz zordur tek telde çalındığı için. Ama Paganini tek telle çalmış. Bir konserde kemanının üç teli kopmuş, diğer tek telle konçertosunu bitirmiş. Demek ki olabiliyor. Nice arkadaşlarımız var, rebabı tek telle çalıyorlar. Kırk tane rebabla konser verdik biz. Kaç, 2003 müydü 2004 müydü? 2008, hah. Ankara’ya da geldik onlarla.
Hülasa, rebab böyle bir kutsal alet.